“aşk ne demek sen biliyor musun he? aşk böyle lunaparktaki tahta ata benzer; üzerinde hani bir ileri bir geri, böyle gidiyormuşsun gibi bir his. sanki bir yere gidiyorsun, ayağın yerden kesiliyor, bir coşku… bi sikime gittiğin yok!” duvara karşı ne güzel filmdin sen be! karnımdaki sıcaklık, kafamdaki karışıklık kaybolmadan anlatmaya başlamalıyım: ilk çıktığı zamanlardan kalma lakırdılarla beynimde cinsellik ile işi götüren filmler kategorisine yerleşmişti duvara karşı. halbuki filmin bir derdi, hikayesi, estetiği varmış ve ait olduğu yer; en sevdiğim kategori olan, hayat gibiymiş. karakterlerin hep o, kendini tamamlama yolculuğu hayatın kendisi değil de ne? bitirmeye çalıştıkları yaşamlarına berbat görünen tercihlerle tutunmaya çalışmaları aslında deli gibi yaşamak istediklerini göstermiyor mu? yaşamak ama nasıl? belki yarım kalmış tüm kitapları tek tek kapatarak ve “evet, bu benim tercihim,” diyerek devam etmek yola. “yaşamak, dans etmek, kendi istediğimi yapmak istiyorum.” derken dü...
bizi aynaların ardından gözetliyorlar pol.*