güneş batmadan önce bizim eve uğramayı sever, ben de tam o saatlerde mutfakta olmayı severim. telefonda bir şeyler çalar, otomatik önermelere nadiren müdahale ederim. ışık, koku ve ses kendiliğinden karışır ve böylece an kendini inşa eder. rutinden kaçmış olurum. baharatların kokusuna sarılmış ezgilerle dans ederim ve bazen gözyaşlarım tezgaha tuzlu beyaz izler bırakır. yine böyle vakitlerden birinde duydum inleyen kamışın sesini. ne zamandır konya'ya gitme niyetim vardı. mesnevi okumalarıma kaldığım yerden devam etmek istiyordum ama zamanının gelmediğini düşünerek erteliyordum. sonunda geçen gün, neyin sesi ile geldi davetiye. ayrılığın acı hikayesini neyden dinlememi isteyen* elbette inleyen bir kamış ile çağıracaktı beni: uyan ey gözlerim, gafletten uyan! tahmin edersiniz ki ilk dinleyişim değildi bu ezgiyi ama o an, o cümle birden gelip kalbime yerleşmişti işte: uyan! hayatı bir düş olarak görüyor, hatta cennetimi düşlerden düşlere geçmek olarak hayal ediyordum ama bu se...
bizi aynaların ardından gözetliyorlar pol.*