herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi... oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak, arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o malum kiloya geldiğimde nasıl görüneceğimi öğrenememiştim.
teoman'ın şarkısını geçirdim içimdeki ilmekten "şimdi ölmek istemem..." aslı fransızcadır onun ve ne zaman çalsa bir kadın sislerin arasında dans eder, manzarası şehvetli bir nehir olan korkulukların ucunda. sol eli ile sıkı sıkıya tutarken soğuk demiri, sağ ayak parmakları göğü işaret eder ve merak ederim ben, o kadın ne zaman "bu kadar yeter," der? o, sonsuza dek sürecekmiş gibi hissettirdiği dansını tamamladığında yaşamak fikri gelip oturur içime. parlak gün ışığının sisleri dağıttığı bir sabah, her şeye doymuş olarak parmaklıkların şehirden yana olan kısmına geçip uzun ceketinin düğmelerini tek tek iliklediğini hayal ederim. saçlarını at kuyruğu yaptığını ve topuklarını vurarak ilerleyip kalabalığa karıştığını. çünkü öyle ölünür ancak. sıradanlaşıp kaybolarak.
Yorumlar
Yorum Gönder