Ana içeriğe atla

 arkadaş, kalbimin sesinden aklımı duyamıyorum ve her şey işte böyle başlıyor.  

 bugün bir bardak boyadım. bir sütlük ve bir buhurdanlık. zamanında bir avuç çamurdan onları ben şekillendirmiştim. bir avuç çamura bakmış ve onun sesini dinlemek istemiştim. " ey toprak! anlat, sen nesin? " biliyordum ki avuçlarımdaki bana cevap verecek hatta umuyordum ki ona şekil verirken ben de şekil alacağım.

kaybolduğumu bildiğim fakat bundan keyif aldığım günlerdi. çamurlarla  konuşan mutlu bir serseriydim. kendimi unutmuştum ilk defa ve beni ben yapan her şeyi. sanki el değmemiş bir sayfaydım tertemiz ve boş. her tecrübeye açtım. hevesliydim. üstelik kalbim dünyadan bihaber ve büyüktü. bir avuç çamura yaklaşır gibi yaklaştım o'na. şekilsizliğine rağmen içindeki potansiyeli görmeye çalışarak. kim olduğu değil olmak istediğine göre değerlendirdim. " söyle dedim ey adem oğlu, ey bir avuç çamurdan gelen sen kimsin?"

dinledim. kabul ettim. sevdim.

o'na bir biçim ararken kendim girdim halden hale. özümden bir parça buldum sandım ama özüme yabancılaştım. ellerime bulaştı çamur, çıkarmaya çalışırken .  geçti elbisemi, geçti kaburgalarımı ve kalbime bulaştı. bir nokta, bir siyah nokta olarak kaldı. arkadaş, ah arkadaş bir bilsen ben, o siyah noktanın uğruna ne çok ağladım. sonra bir gün bir rüya gördüm, başka bir rüyada göğsümden çıkartılmış ve kaybolmuş olan kalbim bu sefer ahşap bir kafesin içinde bana uzatılıyordu bir kuş gibi. beni tanırsın arkadaş; ben kuşlar, ceylanlar ve şarkılar ile mayalanmışım. "bişnev!" diyordu rüyamdaki ses. bişnev! dinledim on sekizi ve ötesine niyet ettim, sağ avuç içim sol yanımdaki sızıya bastırır halde.

bugün kırmızı bardağımı boyarken üzerine sayısız benek çizdim. "kalbim..." dedim. " güzel kalbim... benek beneksin. izlerle kaplısın. incinmişsin, incitmişsin. korkmuşsun, korkutulmuşsun. dolmuşsun, taşmışsın ama bak buradasın. biriciksin. her bir nokta seni sen yapmış. "

sonra "sır" ile kapladım hepsini. hoca dedi "sır çatlatır, dikkat et!" . "evet.." dedim. " hocam, sır çatlatır."

şimdi bekliyorum fırından gelmelerini. onları pişiren ateş bu defa parlatmaya talip. 

hikmet barutçugil
hikmet barutçugil

hamiş: hikmet barutçugil'in bu eseri aklımdan hiç çıkmıyor. alev denizi bir yanda kızgın kumlar bir yanda... fakat berrak denizin ortasındaki koyu ve büyük leke. sen, ona "balina" diye bilirsin arkadaş fakat o, bana her şeyi içine çeken bir "dehliz" gibi geliyor. yine sudan fakat sudan farklı... nasıl benziyor kalbimdeki ize... iç içe girmiş, erimiş şekillere bakmak bir mumun ateşini perde yaparak etrafı izlemek gibi. dalgalı ve bulanık. zihnim arkadaş... zihnimde imgeler işte böyle bulanıyor, titriyor ve kaynaşıyor.

magritte'nin " düşlerin anahtarı" isimli eserinden bahsederken " düşündüklerimiz yada inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler" der, john berger.  ben bir denize bakıp bir kalp görüyorum. bir kalbe bakıp bir boşluk. ve bazan bir ateş, sadece ateş olup yakıyor.

René François Ghislain Magritte

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."