Ana içeriğe atla


“ Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı”


yaşadığım tüm güzel anlarda bu dizeleri mırıldanırken buluyorum kendimi. biraz değiştirerek “yaşamaya dair ilk anı bu olmalı.” ân öyle bir şey ki alıyor gerçekliği, eğiyor büküyor ve kendisininkini dayatıyor. bir film sahnesine, bir diziye, bir şarkıya çeviriyor. “şu an gerçekten yaşıyorum ve bu unutulmamalı.”


sahildeyim. bizimkiler denize indi bense bir ağacın altında oturuyorum. sırtımı kütüğe dayadım. yer geliyor bir kütük bin yastığa bedel oluyor, yemin ederim. rüzgarla öpüşüp koklaşıyoruz biraz, tadı tuzlu ve ıslak. bugün pek kimseler yok etrafta. Allah’ım ne şans, meraklı bakışlardan bir parça uzak kalabilirim.


arada denizi izleyerek kitap okuyorum. anna karenina’yı almıştım yanıma aslında, bin romana bedel tek bir roman. roman okumak istemediğim zamanlar içinse “kalanlar” ve “unutuş ve hatırlayış”. ne alaka derseniz ki valize koyarken ben aynen öyle demiştim, bilmiyorum fakat sanıyorum ki ruhumda bin damar var.


bizimkiler üç beş deniz kabuğu toplamış. “son kabuklar bunlar.” diyorlar. son kabuklar… acaba son mavi deniz kabuğu nerede? gün bitene kadar sahili boydan boya dolandım, bulamadım. bir süre daha buradayız. son mavi deniz kabuğunu bulacağım.


“ben akdeniz’de güneşin katında öleceğim.” diyor, tezer özlü. denizde deve güreşi yapanları izlerken bunun üzerine düşünmeye çalıştım.bir de büyük annem bacaklarını kuma gömerken. yaşamın neşesi ölüm hakkında düşünmeme engel oluyor. bir dua gibi yapışıyor dudaklarıma yaz sıcağı. dünya güzel. Allah’ım biraz daha, biraz daha yaşamak istiyorum. amin.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."