Ana içeriğe atla


"And olsun zamana. Şüphe yok ki insan, elbette zararda, ziyanda. Ancak inananlar ve iyi işlerde bulunanlar ve birbirlerine gerçeği gözetmeyi ve sabretmeyi tavsiye edenler başka."

Asr Suresi




arkadaş, kelimelerin utanıp göz yaşlarının arkasına saklandığı yerden yazıyorum sana. tarihin en kanlı günlerine tanıklık ederken biliyorum, zarardayım. yine de bir parça teselli verebilmek (bulabilmek) için yazıyorum, haddimi aşarak, hak ve sabırdan bahsedeceğim sana. bir memleket kömür karasına ve kan kırmızısına bulanmışken "hak ve sabır" küstah bir türkü gibi çıkıyor dudaklarımdan ama öyle değil. biz müslümanız.

akif'in dizileri dilimde dolanıp duruyor, biliyorsun. "nûr istiyoruz... sen bize yangın veriyorsun! yandık! 'diyoruz... boğmaya kan gönderiyorsun!" on saniye diyordu dün gece bir haber. on saniyede bir bomba düşüyor, gazze'ye ve hemen peşine bir çocuk, yüzü isli. bir anlam bulabilmek için soruyor "makarna yiyordum evimde sonra israil bana bomba attı?" kahrol israil. kahrol. dünya yansın, dünya dursun. "mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ".

ekrandan izliyoruz ya bütün olan biteni birkaç gönderi sonra bir adam kopmuş bacak parçalarını bir beyaz bir bez parçasına sarıyor. onun hemen altındaki gönderide ise onurdan yoksun israil köpekleri ağızlarında sigara dans ediyor hemen peşine birileri insan dışı kılıklara girdikleri küstah videolar çekiyor. bu nasıl bir dünya Rabbim! "Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!"

isyan ama kime? isyan ama neye? nasıl? küçücük bir kutunun içinden bir soykırımı izlemek hem de bir saniyesini bile kaçırmadan...! bilmemem gereken tüm ayrıntıları öğrenmek... cenazelerine, sofralarına, yaslarına dahil olmak insanların... bakışlarımız onların mahremini yırtıp geçerken onlar... onlar ise korkmayışları, kaçmayışları, şehadet parmaklarının daim havada oluşu ile bize bile meydan okuyorlar. Allahu ekber!

Allahu ekber... Allah tek büyüktür. Allah en büyüktür, her şeyden uludur, azametlidir. Onların tekbirini duydukça hatrıma düşüyor ayetler.

"Sen, Allah’ın zalimlerin yaptıklarından habersiz olduğunu zannetme."

Allahu ekber.

"Allah onların cezalarını, gözlerin dehşetle açıldığı güne kadar ertelemiştir." (İbrahim Suresi, 42. Ayet)

Gazzeli bir annenin evladının yüzündeki maskeyi çıkarıp, korkma deyişi ile hatırlıyordum, kutlu bir zaferi.

"Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi. Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları haline getirdi." (Fil Suresi)

arkadaş, filistinli kardeşlerimizin direnişinden etkilenip müslüman olanları görüyorum yine aynı küçük kutuda. bu zulmü hayatında ilk defa duyup tepki veren gençleri görüyorum. ilimde, sanatta, ticarette alternatif üretemeyişimizin acısını çeken ve elini taşın altına koyan insanlar biliyorum. biz müslümanız. müslüman denizin yarıldığına, ateşin gül bahçesi olduğuna inanan  değil midir?

"Allah, istediği anda inkârcılardan intikâmını alan karşı konulamaz kudret sahibi değil midir?" ( Zümer Suresi ,37. Ayet)

Allahu ekber.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."