Ana içeriğe atla

 "beni boğmak mı istiyorsun? 

benim zaten boğulduğumu fark etmiyor musun?"


dün ataklarımdan biri beni yokladığı sırada bu dizeleri içimden tekrar edip duruyordum. kalbim arsız bir ritim tutturduğu için nefes almakta ciddi anlamda zorlandım. biraz hava alabilmek için omuzlarımı geriye ittirerek  boynumu uzatıp ağzını açmış halimle suyun üstündeki  bir yunusa benziyordum ve şiir beni boğulurken de yalnız bırakmıyordu:

"kırmızı bir yunusun havada sıçraması olurdu senin gülüşün, 

ama gülmüyorsun."

ağzım beş karış açıktı ama gülmüyordum. titremeler, üşümeler uzun süre soluksuz kalmalar... yine de içimde şarkılar çalıyor ve parlak ışıklar görüyordum. boğulmak keskin kırmızıydı mesela. bir de görüntüyü yırtan parlak beyazlar... kafam bir türlü susmuyor, kafam bir türlü susmuyor...*

çokça zaman sonra yorgun argın uzanırken düşündüm ben neden normal insanlar gibi geçmişi ve geleceği sabit bir çizgide düşünemiyorum, neden benim acım bile kelimelerle, renklerle, seslerle bu kadar iç içe?  insan vücudu kendi kendine nasıl oyunlar oynuyor? her şeyi kendi kafamda mı kuruyorum? diyorum acaba, tüm bu dramdan mı besleniyorum? en derin hislerle koşup saklandığım acı, ruhumu çatlatıp renkler çıkarıyor ya içinden, yoksu bu hoşuma mı gidiyor? 

tüm gün sızlayan bir kalple dolaştım, üstelik bu mecaz anlamda da değil ve gördüm ki hayır ben acıdan hiç hazzetmiyorum. bir yol aradım neşelenebilmek için, bulduğum tüm meşguliyetlere dört elle yapıştım ama geçmedi. yasın tutulması aşamasını ise çoktan geçtiğimi düşünüyorum. artık kaybetmek veya kaybedilmek istemiyorum. görülmek, duyulmak, bulunmak istemiyorum. eskiden suyun üzerindeki yaprak olmayı düşlerdim artık suyun kendisi olmak istiyorum. dert olmak istemiyorum , derdimi açmak istemiyorum. ne yapabilirsiniz ki? kim ne yapabilir? kim ne yaptıysa zaten çok sevdiğinden yapmadı mı? sevilmek dahi istemiyorum. küs, kırgın, öfkeli değilim kimseye, artık kendimden başka. üstelik büyürken kaybettiğim öfkeyi bulabilirsem bir yerlerde kendim için çok daha iyi olacağını düşünüyorum. 

yine zangır zangır titrediğim günlerden birinde çok sevgili b "seni nasıl koruyacağımı bilemiyorum!" demişti üzüntüyle. bunu hatırlamak bile kalbimi kırıyor. sonra kendi kendime soruyorum neden izin vermiyorum omzuma bir dost elinin konmasına? neden yaralı bir hayvan gibi bulup en ıssızı, kendi kendime boğuluyorum? 

kim demişti... kendin yardım isteyemediğin için durmadan birilerine yardım ediyorsun, diye. 

öyle bir sessizlik istiyorum ki bırak çevremdekileri kendim bile kendime dair bir cümle edemeyim.

boğuluyorum, nefes almaya çalıştıkça çatlıyorum. çatlarımdan ışıklar çıkıyor ve ben o parlaklığın içinde de tekrar tekrar nefessiz kalıyorum.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."