Ana içeriğe atla
geçtiğimiz akşam "düşünmek" üzerine konuşuyorduk ve hoca, beni sınıftan koparacak o bilgiyi verdi: "düşünmek ve düşmek; inmek, gitmek, durmak gibi anlamlara  gelen tüş'ten türemiştir." hani filmlerde olur ya bir anda sesler boğuklaşır, kamera başrolün yüzüne yakınlaşır... kahramanımızın bedeni kalabalıkların içinde olsa da kafası artık bambaşka ve alemde/alemlerdedir. fakat o alemlerde de görüntüler, sesler net değildir, her şey anlık değişir.  işte öyle bir hâl. 
hoca bilgiyi verdi, geçti ve tüm gece ders devam etti ama ben orada kaldım hem de çukura düşmüş halde. hocanın tetiklemesi ile zihnimde uçuşup duran şeyleri, doğruluklarından emin olmasam da, yazayım ve sistemimden çıksın istiyorum. kamera suratımdan uzaklaşsın ve yeniden kalabalıklara karışabileyim:)

***

en başta şunu itiraf etmeliyim  "düşmek" benim en sevdiğim kelimelerden biri. çünkü bu kelimeyi duyduğum anda gözümde canlanan görüntülerin ve o görüntülerin beraberinde getirdiği hikayelerin ucu bucağı yok. kelime bende kahverengi ve kirli sarı, melodisi çok yaramaz. bir işler çevirmenin yarattığı gerginliğin hazza dönüştüğü bir yer vardır ya... o anın ritmini duyuyorum kelimeyi duyduğum an. sanki birinden kaçıyormuşsunuz, koşmuş koşmuş koşmuş ve son anda köşeyi dönüp saklanmışsınız gibi...( mümkün olsa da dinletsem ancak ne yazık ki benim müzik bilgim başlamadan bitti ve iş sizinkine kaldı.)  düşmek içinde kalkmayı ve yola devam etmeyi de barındırdığından korku ve kederin ardına saklanmış azimli bir neşeye de sahip. bu azimli neşe kelimenin hikayelerini de müziğini de etkiliyor ister istemez.

***

"düşen kişi bedeninin ve çevresinin mevcudiyetine çekilir." diyordu didier maleuvre. bu bana düş fiiline "dışardan içeriye almak" anlamının da eklenebileceği tartışmasını hatırlattı. bir düşüşle başka bir varlık ya da ortam tarafından içeriye alınacaksak aşktan daha layık bir şey düşünülemez içine çekilmeye.

az önce alıntıladığım yusuf nasıl sevilir'de bunu çok güzel anlatıyordu. aşka düşmek birden bire olur, diyordu. "ve dizlerin bağı çözülüp boğaz kuruduğunda kazaya meyilli insanoğlu o hissi kolaylıkla 'düşme' olarak görebilir." sonra o büyük soruyu soruyordu bize : " aşka düştüğümüzde nereye düşeriz?"

az önce demiştim ki düşmek içinde kalkıp yola devam etmeyi de barındırıyor, peki aşka düştüğümüzde kalkıp yola devam edebilir miyiz? devam etmek ister miyiz? aşktan kalkıp gidenler nereye gider? 



not: düşmek mevzusu dünyaya düşmekten ayrı düşünülemez muhakkak ama her yazının sonunda olduğu gibi saat geç ve ben yorgunum. belki başka zaman...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."