tatildeydim, bu sefer hacılar değil başka aile büyükleri vardı bizimle. yalnız kalma korkusundan değil de doyamamaktan hep bunlar.. sanki sevdiğim herkes bir anda hayatımdan gidebilirmiş gibi geliyor, o yüzden bir tatil, bir tatilden daha fazlası benim için. her sözümü son sözümmüş gibi söylüyorum, kaybedeceğimden korka korka yaşıyorum, incitmemeye çalışarak kırmadan... oysa unutmak bir nimet olarak sunuldu bize. unutalım ki yaşayalım. ben bazı şeyleri unutamıyorum ve elimde boş bir kese, gözlerimde dev mercekler anılar toplaya toplaya ilerliyorum. güzel bir anı unutmamak için içimden tekrarlıyorum. ışığın kırılması, ortamdaki sesler, gülerken beliren kaz ayakları, tutulan nefes... . eskiden olsa sevgiliyi darlardım bir daha anlat bir daha anlat diye. artık kimseleri darlamıyorum. ama sevdiğim şeyleri unutmamak için ya sağa sola(sosyal medya sağ olsun) yazıyor ya da ezber ederek kafamda tekrar tekrar oynatıyorum. bana özel çekilmiş bir film gibi veya sadece bana anlatılan bir masal.
yine de tüm detayları anlatsam bile defterlerin arasında eskiyor yazılanlar. fotoğraflar arşivde unutuluyor. mesajlar siliniyor. insan unutuyor. çocuk büyüyor. beden yaşlanıyor ve ben her şeyi ellerimde tutmak istiyorum. biraz durabilsek keşke. başımızı koyduğumuz omuzlarda biraz durabilsek. bebeğin kokusu gitmese burnumuzdan. yemeğin lezzeti her lokmada bir parça daha azalmasa. o zirve anlarında uzunca kalabilsek.
geçici olduğunu bilmek veya yaşadığının hakkını vermek yetmiyor kaybedilenlerin acısını hafifletmeye. üstelik insan tüm bu faniliğin arasında tutunacak baki bir şey arıyor. çölün ortasına fırlatılmış hissediyorum kendimi sık sık. seraplar gidiyor geliyor ki hepsi hoş, hepsi keyifli... fakat bir süre sonra seraplar öyle büyük bir hızla uğrayıp kayboluyor ki kafam allak bullak oluyor. bir hayal fırtınasının ortasında ben uçuyorum... tutunmam gerekli. bir dal veya yukarıdan sarkıtılan bir ip* belki...
***
ahmed arif'in, leyla erbil'e yazdığı mektupları okuyorum. planlı değildi. bir cümle okumuştum ve gerisi geldi. tanıdık bir şey var mektuplarda, adını koyamadığım. zaten kırılmaya dünden hevesli kalbime her okuyuşta istediğini veriyor. o sesleniyor, ben ağlıyorum. sözcüklere, kitaplara suç bulmak istemiyorum ama şiş gözlerle gezip durmak artık gençliğime ayıp oluyor. keşke sulugöz olmayı bir kenara bırakabilsem diyorum sonra ya taş kalpli olursam korkusu bastırıyor. denge yok bende denge, bakmasın kimse sağdan soldan atlayıp uçup geçtiğime. ne olurdu ben de şu işini bilen, ortadan giden akıllılardan olsam biraz? benim dengeli yürüyüşüm bile ip üzerinde.
Yorumlar
Yorum Gönder