Ana içeriğe atla

dünyayı kurtarmaktan vakit buldukça bir avluya iniyorum düşlerimde. minicik ve yemyeşil. komşu ağaçların dut dolu dalları sarkmış  örme duvardan içeri. masa sandalye yok. bir iki kesik kütük, taş duvarın dibinde... çimlere atılmış gün sarısı bir kilim, kilimin üstünde emaye bir kap dolusu ayıklanmış ceviz. eski radyonun bir gülümsetip bir solduran sesi doldurmuş her yanı. bazen dudaklarımla bazen adımlarımla eşlik ediyorum ona. kollarım bir bakmışsınız kederle iki yana düşmüş bir bakmışsınız havada süzülüyor. kırmızıyı severim aslında ama bu sefer üzerimde etekleri bileğimden biraz yukarıda mavi bir elbise. denizin neşesini eve getirmek istemişim. bir de rüzgar var, içime son nefesimmiş gibi çektiğim. ıslak ıslak kokuyor. rüzgar esiyor, ben burnumu göğe uzatıyorum. havayı koklayan kedilere benziyor bu halim. tüylerim değil saçlarım uçuşuyor, ben öyle durup kalmışken. güneş, saçlarımın rengi ile oynuyor. güneş, omuzlarımda ve boynumda geziniyor. güneş içime doluyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."