Ana içeriğe atla

Kayıtlar

 "sihirli bir taca sahip olan küçük bir prens varmış. kötü kalpli büyücü onu kaçırmış. onu dev bir kulede bir hücreye kapatmış ve sesini de alıp götürmüş. hücrenin parmaklıkla kaplı bir penceresi varmış ve prens de oraya durmadan kafasını vurarak birilerinin onu duymasını ve onu kurtarmasını umuyormuş. taç kimsenin duymadığı kadar güzel bir ses çıkarıyormuş, çıkardığı ses kilometrelerce öteden duyulabiliyormuş. ses o kadar güzelmiş ki insanlar havayı hapsederek onu saklamak istemiş. prensi hiç bulamamışlar. hücreden dışarı hiç çıkamamış ama çıkardığı o ses her şeyin içini güzellikle doldurmuş."
En son yayınlar
 nisan yirmi dört "... inşasının her anına şahitlik ettiğim bir put vardı içimde. geçtiğimiz senelerde başını yemiştim şimdi de yasını tutuyorum. kutsalınızı kendi ellerinizle yıkmak ne demek siz bilemezsiniz. uğruna ölünecek daha az şey vardır artık. varlığına inanılacak, düzeltmeliyim bunu, varlığının ebediyetine inanılacak. karanlık zamanlarda sığınılacak ve mutlu zamanlar için minnettar olunacak... arabayı sağa çekip saatlerce kusmak istedim. bir devin karnını tekrar doyurmadan önce içindekileri boşaltma hali. gözümü bu sefer onun içindeki putlara diktim. her gün bir parçasını yemişim. bitmemiş. bitirmem için istekli. oysa iştahımı kesiyor bu kurban halleri benim. her hali temiz, her hali uysal, her hali iyi."
her yer mavi ve sarı. tenimde ve genzimde o tuzlu tat: deniz. yaz gelsin diye tutturduğum bir şarkı değil artık. güneşin altındayım kuru ve ıslak.
ne kadar az uğrar olmuşum buraya. yazmak ara sıra ziyaret ettiğim bir dost gibi.  "merhaba, anlatacaklarım var. ben geldim."  aldığım kararlar üzerine düşünüyordum bu sabah. yaptığımı yapma insanı olarak yaşamamın sebebini.  içimdeki ses; zilleri, davulları çalıp aksini söylerken benim yüzümde kocaman bir gülümseme ile onun dediğinin tam tersini yapışımı. ne yapılması gerektiğini bilip tereddütsüz aksi istikamette ilerleyişimi. tüm bunlardan zerre pişmanlık duy(a)mayışımı. başka herhangi birinde emanet duracak hallerin üzerime cuk oturmasını... geçen gün pikniğe gittiğimizde yeğenim çıkmaması gereken her yere çıkarken "hala!" demişti, " sen de tehlikeli işler yapmayı seviyor musun?"  :) "seviyorum kızım," dedim. yalan mı söyleseydim? seviyorum.   "ama... ben değecek şeylerin riskini alıyorum. ha bir de, canımı yakacak toplara girmiyorum." (bu son kısmı söylerken işaret ve orta parmağımı arkama saklayıp çapraz yapmış olabilirim.) yalan h...
dünyayı kurtarmaktan vakit buldukça bir avluya iniyorum düşlerimde. minicik ve yemyeşil. komşu ağaçların dut dolu dalları sarkmış  örme duvardan içeri. masa sandalye yok. bir iki kesik kütük, taş duvarın dibinde... çimlere atılmış gün sarısı bir kilim, kilimin üstünde emaye bir kap dolusu ayıklanmış ceviz. eski radyonun bir gülümsetip bir solduran sesi doldurmuş her yanı. bazen dudaklarımla bazen adımlarımla eşlik ediyorum ona. kollarım bir bakmışsınız kederle iki yana düşmüş bir bakmışsınız havada süzülüyor. kırmızıyı severim aslında ama bu sefer üzerimde etekleri bileğimden biraz yukarıda mavi bir elbise. denizin neşesini eve getirmek istemişim. bir de rüzgar var, içime son nefesimmiş gibi çektiğim. ıslak ıslak kokuyor. rüzgar esiyor, ben burnumu göğe uzatıyorum. havayı koklayan kedilere benziyor bu halim. tüylerim değil saçlarım uçuşuyor, ben öyle durup kalmışken. güneş, saçlarımın rengi ile oynuyor. güneş, omuzlarımda ve boynumda geziniyor. güneş içime doluyor.
güneş batmadan önce bizim eve uğramayı sever, ben de tam o saatlerde mutfakta olmayı severim. telefonda bir şeyler çalar, otomatik önermelere nadiren müdahale ederim. ışık, koku ve ses kendiliğinden karışır ve böylece an kendini inşa eder. rutinden kaçmış olurum. baharatların kokusuna sarılmış ezgilerle dans ederim ve bazen gözyaşlarım tezgaha tuzlu beyaz izler bırakır.  yine böyle vakitlerden birinde duydum inleyen kamışın sesini. ne zamandır konya'ya gitme niyetim vardı. mesnevi okumalarıma kaldığım yerden devam etmek istiyordum ama zamanının gelmediğini düşünerek erteliyordum. sonunda geçen gün, neyin sesi ile geldi davetiye. ayrılığın acı hikayesini neyden dinlememi isteyen* elbette inleyen bir kamış ile çağıracaktı beni: uyan ey gözlerim, gafletten uyan! tahmin edersiniz ki ilk dinleyişim değildi bu ezgiyi ama o an, o cümle birden  gelip kalbime yerleşmişti işte: uyan! hayatı bir düş olarak görüyor, hatta cennetimi düşlerden düşlere geçmek olarak hayal ediyordum ama bu se...
herkesleşiyorum galiba, diye geçirdim içimden. kafamda uçları birbirine dolanmış ipler. akşam vakti ve ben çayımı alıp yeni favori mekanıma çekiliyorum, mutfak masama. anneler gibi...  oysa annem mutfak masası kadını değildi. bir akşam olsun çayını alıp bir köşeye çekilmemişti. ben öyle değilim. ayaklı bir saksı gibi değiştiriyorum yerimi. kendime uygun bir köşe arıyorum tomurcuklanabilmek için. ayaklı da olsa saksı çiçeği olmak feci halde sıkıyor canımı. bir liste yapmıştım zamanında: sevgilinin kokusu gibi içime çekecektim hayatı. şelalenin altında yıkanacak, içinde mektup olan bir şişeyi okyanusa bırakacak,  arabaların uykuya çekildiği bir saatte yola uzanıp gökyüzünü seyredecektim. dört yapraklı yoncamı bulamamıştım henüz. gerçek bir dondurma kamyonu görmemiş, hiç inek sağmamış, işaret dilini öğrenmemiştim. suyun altında öpüşmemiş, yağmurda dans etmemiş, nesilden nesile aktarılacak gizli tarifimi keşfetmemiştim. kucağıma bir oğlak almamış, düşmeden rampadan kayamamış, o ma...